Amerika’nın İslamofobisi Avrupa Müslümanlarını Yakacak

21.11.2016 – Gerçek Hayat Dergisi

ABD’nin New York şehrinde 11 Eylül 2001 yılında İkiz Kuleler olarak adlandırılan binalara düzenlenen ve El-Kaide tarafından üstlenilen uçaklı saldırı, Batılı siyasetin ekseninin bir anda Ortadoğu’ya dolayısıyla Müslümanlara yönelmesine neden oldu. Bu saldırı uzun vadeli ABD çıkarlarının Ortadoğu üzerindeki emellerini gerçekleştirmesinde kullanacağı bir argüman adına düzenlenmiş bir komplo muydu? tartışmaları devam ederken ortaya çıkan Batı menşeili İslamofobi kavramı Batı kamuoyunda geniş yer buldu. Özellikle Charlie Hebdo saldırısının ardından daha da artan İslamofobik eylemler günümüzde de devam etmekte. Biz de var olan İslamofobi olgusunun dünü, bugünü ve geleceğinin daha iyi anlaşılabilmesi ve İslamofobiyle nasıl mücadele edilmesi sorusuna cevap aramak adına akademik çalışmalarını İslamofobi ve Türkofobi alanlarında yoğunlaştıran ve bu alanlarda uluslararası görevlerde yer alan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Kişilerarası İletişim Bölüm Başkanı Prof. Dr. Serhat Ulağlı’nın görüşlerine başvurduk.

-Hocam merhabalar öncelikle Prof. Dr. Serhat Ulağlı kimdir? Kendinizi Beyaz Tarih okurlarına tanıtır mısınız?

Kars’ın Selim ilçesinde dünyaya geldim. Fransız filolojisi eğitimi aldıktan sonra Yüksek Öğretim Kurumu’nun açtığı sınavda başarılı olarak Fransa’nın Toulouse Le Mirail, bugünkü adıyla Jean Jaures Üniversitesi’nde devlet bursu ile yüksek lisans ve doktora eğitimimi tamamlayarak Türkiye’ye döndüm. Farklı kurum ve üniversitelerde çalışmamın ardından Avrupa Birliği Genel Sekreterliği bünyesinde Avrupa Birliği uzmanı olarak Türkiye’nin yurtdışı tanıtım projelerinde görev yaptım. Daha sonra Yıldız Teknik Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi’nde görev aldım ve yaklaşık iki yıla yakın bir süredir Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Kişilerarası İletişim Anabilim dalı başkanlığı görevini yürütüyorum. Çalışmalarım ağırlıklı olarak kültürel kimlik, siyasal kimlik, ideolojik kimlik ve siyasal söylem üzerinedir. Ağırlıklı olarak Batı kamuoyundaki Türk ve İslam imajı ile bunlara bağlı olarak kamuoyu oluşturma, propaganda ve lobi faaliyetleri, algı yönetimi ve benzeri alanlarda çalışmalar yürütmekteyim.

-İslamofobi özellikle 2000’li yılların başından beri gerek Batı kamuoyunda gerek yansıması olarak Türk kamuoyunda fazlasıyla gündeme gelmekte. Bu bağlamda İslamofobinin temeli nedir, ilk ne zaman ortaya çıktı ve Türk imgesi İslamofobi içerisinde yer alıyor mu? Kısaca İslamofobinin çıkış noktası, tarihsel süreci ve Türk tarihindeki yerinden bahsedebilir misiniz?

Öncelikle İslamofobi çok eski bir kavram olmayıp ilk olarak İngiltere merkezli Runnymede Trust isimli düşünce kuruluşu tarafından kullanılmıştır. Kavramsal olarak 11 Eylül saldırılarından sonraki yaygın kullanımına rağmen İslamofobi kavramını İslam’ı ötekileştirme süreçlerinde çok eski dönemlerde de görebiliriz. İslamofobi, İslam’ın kendisiyle başlayan bir süreçtir. İslam’ın ilk ortaya çıktığı dönemde Hz. Peygamber’in maruz kaldığı olaylara ve İslam’ın dünya coğrafyasına yayılmasına baktığımız zaman aslında biz İslamofobik eğilimlerin varlığını da görüyoruz. Tabi burada Haçlı Seferleri’ni unutmamak gerekiyor. Haçlı Seferleri’nin yapılış nedenleri kadar sonuçları ve bu süreç içerisinde elde edilen veriler de aslında bugünkü İslamofobik sürecin bir kısmına zemin hazırlamıştır diye düşünüyorum. Fakat ben buradaki asıl tarih olarak İslamofobiyi, belki başkaları farklı değerlendirebilir ama Türkislamizm adını vermek istiyorum. İspanya’da hüküm süren 700 yıllık bir İslam kültürü varlığına rağmen, İslamofobi Araplarla ile değil Türklerle ilişkilendirilmektedir. Buradaki sebep Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi, askeri ve ekonomik gücüdür. İslamofobi aslında Batı’nın Osmanlı kimliği üzerinden üretmiş olduğu bir ötekileştirme ve kendini gerçekleştirme serüveninden başka hiçbir şey değildir. Çünkü İslamofobi bir İslam fobisidir ancak İslam’ın kendisi değildir. Buradaki temel soru; İslamofobi neden Türkler ile ilişkilendirildiğidir. Bunun cevabını Türk Tarihi’nin parıltılı sayfalarında görmek mümkündür. Örneğin Fatih Sultan Mehmet’in 1480 yılında Gedik Ahmet Paşa önderliğindeki Türk donanmasını Otranto’nun fethi için göndermesi, İslam karşıtı söylemlerin hızla yayılmasına neden olmuştur. Yine Kanuni Sultan Süleyman’ın Zigetvar Seferi ile Avrupa’daki İslam karşıtlığı ciddi oranda artmıştır. Bugün nasıl dünyada bir Amerikanizm varsa o zaman da Türkizm dediğimiz bir akım vardı. Bunların tümü kurgusal bir anlatı meydana getirir: Ortaçağ’da başlayan metinler ki Ortaçağ’ın ünlü yazarlarından biri, Lucien de Samosate şöyle bir ifadede bulunur: “Hiç katılmadığım savaşta, hiçbir zaman görmediğim, hiçbir zaman temasta bulunmadığım, hiçbir zaman gitmediğim yerlerde hiçbir zaman yenemediğim düşmanları yendiğimin hikâyesidir bu.” Bunların hepsi kurgusaldır. İslamofobinin bu kadar yaygınlaşmasındaki temel nedenler; Avrupa’da yükselen aşırı milliyetçilik, istihdam problemi, ekonomik ve sosyal krizler, uluslararası göç ve elbette ki enerji politikaları yatmaktadır. 11 Eylül saldırıları aslında İslamofobinin dünyada küresel bir kavrama dönüştüğü bir dönemdir. İlk başlarda Usame bin Ladin ile kurumsallaşan El Kaide gibi İslamofobik kurumlar şekil değiştirerek Işid vb. oluşumlarla devam etmekte. Bu örgütler sürekli olarak dünyada olumsuz İslam imajının yaygınlaştırılmasında ciddi rol oynamaktadır.

-İslamofobiyi tetikleyen ana nedenler nelerdir?

İslamofobiyi tetikleyen ana nedenleri dini, ekonomik, ideolojik ve demografik başlıkları altında toplamak mümkün. Dini açıdan bakıldığında, İslam şu an dünyada en hızlı büyüyen dindir. Fransa’da yapılan araştırmalara göre, 2025 yılında Fransa’daki Müslüman nüfusu ülkenin kaderini tayinde belirleyici olacaktır. Bu tarih İngiltere, Hollanda, Avusturya, Almanya gibi ülkelerde daha da erkene çekilebiliyor. Tabi ki bu hızlı İslamlaşmanın yol açtığı bir rahatsızlık söz konusu. Bu nedenle İslam hakkında önyargılar oluşturacak unsurların tetiklenmesinde elbette ki din kuruluşlarının etkisi var. İkinci olarak, ekonomik nedenleri görüyoruz. Ekonomik nedenler hem uluslararası siyasi arenada hem de iç politikada İslamofobik eğilimleri tetiklemektedir. Almanya, Hollanda, İngiltere, Fransa, Avusturya gibi ülkelerdeki göçmen sayısı ülke içerisindeki istikrarlı ekonomik yapıyı tehdit etmektedir. Ülkede birçok insanın işsiz kalmasının ve ekonomik göstergelerin kötüye gitmesinin nedeni olarak ülkedeki göçmenler gösterilmektedir. İşte bu da bizi üçüncü neden olarak ifade ettiğimiz demografik nedenlere götürüyor. Bunun dışındaki dördüncü nedenimiz ise ideolojik nedenlerdir. Avrupa’da hızla yükselen sağcı-milliyetçi diğer bir ifadeyle ekstrem sağın, kendini ifade etmek için kullanabileceği tek argüman aslında ideolojik bir ötekileştirmedir. Bu da İslamofobi, İslam düşmanlığıdır. Çünkü İslam karşıtlığı üzerinden yapılan siyasal propagandaların tümü halkta karşılık bulmaktadır.

-Hocam tüm bu anlattıklarınızla birlikte kelimenin sözcük anlamına bakıldığında, Avrupa’daki İslamofobik faaliyetler arasında bir tezatlık söz konusu. Fobi kelimesi bilinmeyene dair olan bir kaygı, gerekenden daha fazla tehdit edici bir korku hali olarak tanımlanıyor. Bu anlamda İslamofobi İslam’ın bilinmemesinden ziyade apaçık bir ideoloji gibi duruyor. Bu konuda neler söylersiniz?

Öncelikle İslam nasıl algılanıyor sorusuna bakmak gerekiyor. Doktora çalışmalarımda da ele almış olduğum Batılı düşünür ve entelektüellerin İslam’a bakışını üç ana başlıkta incelemek mümkündür: 1-) Batılı’nın önyargılı bakışı, 2-) Batılı’nın kendi dinsel değerleriyle Doğu’yu okuması, 3-) Doğu’nun İslam’ı yaşama şekli. Bunların üçü de İslamofobik eğilimleri artırmaktadır. Öncelikle Batılı entelektüelin bilmediği bir dine bilmediği bir yaşam tarzına yönelik tek taraflı aleyhtar bir bakış açısı şeklindedir. İslami gelenekleri, İslami değerleri bilmeden oluşturulan farklı bir İslam algısı vardır. Bu gerçek İslam değildir. Bu yüzden İslam’ı algılanan İslam ve sunulan İslam diye ikiye ayırılabilir. Sunulan İslam, İslam’ın kendini ifade etme şeklidir. Algılanan İslam ise Batılı entelektüelin bu sunulan İslam üzerinden yüklediği anlamdır. Yani biz buna kendi alanımız dahilinde söyleyecek olursak eldeki veriler üzerinden izlenim oluşturma, ikinci aşamada ise atıf yükleme sürecine girme deriz. İzlenim oluşturma aşamasında Batılı entelektüel izliyor ve gördükleri üzerine ikinci süreçteki gözlemlerine dayanarak kendi değerleri üzerinde değerlendirmeye başlıyor. Mesela; kurban kesme, namaz kılma, hacca gitme, İslam’daki giyim tarzı, İslam’ın kadına bakış açısı, İslam ve bilim arasındaki ilişki ve son olarak özellikle terör örgütlerinin yaptıkları eylem ile kendi dinleri arasında bir ilişki kurmak. Üçüncü olarak da biz Müslüman toplumların yaşam tarzları İslamofobik eğilimleri fazlasıyla tetikliyor. İslam imajına en çok zarar veren DEAŞ terör örgütü gibi bir durumda söz konusu. Ben bir Türk entelektüeli olarak henüz Işid üzerine yapılan tartışmaların ortaya yeni çıktığı dönemde DEAŞ Batı emperyalizminin kendi amaçlarının gerçekleşmesi için Ortadoğu’da kurduğu paravan bir örgüttür, demiştim. İsmi ile İslam’ın ilişkilendirilmesi çok planlı ve çirkin bir oyundur. DEAŞ gibi radikal terör örgütlerinin finansal kaynakları, nereden finanse edildikleri belli değil, silah kaynaklarının yerleri belli değil ve bununla birlikte kullandıkları teknolojik ürünler üstün teknoloji. Buradaki temel sorun şu; bir DEAŞ militanın, televizyonda bir kişinin kafasını keserken servis edilen görüntüsü maalesef tüm İslam dünyasına mal edilmektedir. Oysa biliyoruz ki Maide suresinde mealen şöyle buyrulmaktadır: “Bir insanı öldüren kişi tüm insanlığı öldürmüş gibidir”. Ki biz düşmanını bile tövbe ettiğinde affeden bir peygamberin ümmetiyiz.

İslam’ın ötekileştirilmesi aslında sistematik bir süreçte oluşturulmuştur. Tarihsel açıdan ele aldığımızda Ortaçağda başlayan ve 17. yüzyılda egzotizme dönüşen bu ötekileştirme,19. yüzyılda oryantalizme, 20. yüzyılda ise artık emperyalizme, 21. yüzyılda ise İslamofobiye dönüşüyor.

-İslamofobiyle uluslararası anlamda Müslümanlar ve daha özelde Türkiye nasıl mücadele etmeli? Bu anlamda siz akademisyenlere, medya mensuplarına ve siyasetçilere düşen görev nedir ve nasıl bir yol izlenmelidir?

Az önce, Batılı referansıyla İslam’ı okumak İslam’a yapılacak en büyük yanlışlıktır demiştim. İşte ben aynı şeyi burada da söylüyorum. Batılıyı İslamofobik eğilimlerde pasif kalmakla suçlamak, Müslüman ülkelerin sorumluluğunu göz ardı etmemiz anlamına geliyor. O yüzden biz İslamofobiyle mücadelede nedense ağırlık merkezi olarak İslamofobik eğilimlerin olduğu ülkeleri merkeze alıyoruz. Buradaki asıl sorun şu: Acaba İslamofobiyle mücadele etmek için evrensel boyutta biz ne yaptık? Burada bireylere indirgenmesini çok doğru bulmuyorum. Bu noktada 2013 yılında Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Beykoz Belediyesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve iki üniversitenin katılımıyla yaptığımız İslamofobiyle Mücadele Stratejileri çalıştayında biz şunu esas aldık: Artık söylem aşamasından eylem aşamasına geçilmesi gerektiğini, bununla ilgili aldığımız kararları dünyada nasıl siyonizmle mücadeleye dair alınmış kararlar varsa İslam için de bu tarz kararların olması gerektiği yönünde teklif yaptık. Böyle bir süreçte Türkiye’ye çok büyük bir misyon düştüğünü söylemem gerekir. Ancak Türkiye bu konudaki verdiği mücadelede maalesef bütün İslam coğrafyası içerisinde yalnız bırakılan bir ülkedir. Bir röportajımda şöyle bir ifade kullanmıştım: Allah İslamiyet’i Arap coğrafyasına, İslam’ın yayılmasını ve savunulmasını da biz Türklere nasip etti. Bernand Lewis’in bir sözünü çok sık tekrarlarım. “İslam bir dünya dini olmasını Türklere, Türkler ise bir dünya devleti olmasını İslam’a borçludur”. Bu durum böyle ilişkilendirilmiştir. Özellikle bu bağlamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İslamofobi ile mücadele konusundaki hassasiyeti bizim için önemlidir. Türkiye’nin yalnız kalması nedeniyle uluslararası arenada etkili bir İslamofobi mücadelesi söz konusu değildir. Arap İşbirliği Teşkilatı vb. büyük kuruluşların maalesef bu konuda yaptıkları hiçbir çalışma mevcut değil. Bu bağlamda belki paylaşmamda fayda olacaktır, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı’nın ev sahipliği, yedi üniversitenin ortak katılımı ve Fransa’nın Sorbone Üniversitesi’nin işbirliğiyle İslamofobi ve Türkofobi ile mücadele konusunda uluslararası bir işbirliği nasıl oluşturulabilir konusunda yaklaşık iki yıldır üzerinde çalıştığımız ‘İslamofobik ve Türkofobik Propagandalar Karşısında Türkiye’nin İletişim Stratejisi’ adlı programın hazırlıklarını tamamlayarak ilgili kurumlara sunmuş bulunmaktayız. Bu projemizde ağırlıklı olarak dünya genelinde İslam’a ve ülkemize karşı yürütülen olumuz propagandalara karşı bir stratejik planlama oluşturulmuştur. Bu projemiz İslamofobi, Türkofobi ve FETÖ/PDY ile propagandaları karşısında ulusal bir iletişim stratejisi kurulmasını sağlayacaktır.

-Hocam öncelikle bu çalışmanızdan dolayı sizi tebrik ederken, konuyu da buraya getirmek istiyorum. Türkiye’nin İslamofobi algısının kırılması adına uluslararası arenada çeşitli girişimler ve çalışmaların olduğunu belirttiniz. Ancak bu süreçte meydana gelen İslami karaktere bürünmüş bir yapı tarafından gerçekleştirilen 15 Temmuz darbe girişimi bu çalışmaları nasıl etkiledi? Batı kamuoyuna dert anlatmak bu kadar zorken bu darbe girişimi süreci nasıl etkiledi?

Öncelikle ben bir ilahiyat profesörü değilim, ben bir İletişimbilim uzmanıyım, uzmanlık alanım İslam algısı ve İslam etkisi üzerine olduğu için bu konuda birkaç cümle kurma hakkını kendimde görüyorum. Türkiye olarak hain darbe girişimine kadar olan süreçte işimiz oldukça zorken, bu süreci daha da zorlaştıran bir olay yaşadık. Bu süreçten sonra da İslam’ı anlatmadaki en büyük zorluklarımızdan biri 15 Temmuz hain darbe girişimi oldu. Bizler uluslararası alanda İslam’ı anlatmaya çalışırken, İslam’ın iç çatışmaları, mezhep savaşları üzerindeki sorunları çözme odaklı düşünürken ülkemizdeki 15 Temmuz darbe girişimi işimizi oldukça zorlaştırdı. Biz DEAŞ’in terör faaliyetlerinin İslam’ı yansıtmadığını anlatmaya çalışırken, 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki kişinin dünyanın dört bir yanında İslam mesajları yayması, ama masum yüzlerce insanın üzerine uçaklarla ve tanklarla ateş açarak şehit etmesi nedeniyle İslam dünyada anlatılamaz hale geldi. Bu darbe girişiminin arkasındaki Fetullahçı Terör Örgütü’nün İslam anlayışı ile gerçek İslam arasındaki farklı artık hepimiz biliyoruz. Buradaki temel sorun şu: FETÖ’nün sunduğu İslam algısı, Batı’nın istediği İslam algısıdır. Kuran mesajlarının farklı yorumlandığı bir din algısı üzerinden üretilen bir yapıdır. İlk olarak biz dünyada dinlerarası diyalog kavramını bu örgüt üzerinden duyduk. İkincisi biz İslam’daki bazı yeni kavramların yani olmayan kavramların Batı tarafından üretildiğine şahit olduk. Bu nedenle 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki terör örgütünün temsil ettiği şey “Ilımlı İslam” denen sonradan üretme bir tanımdır. Bakın İslam’ın ılımlısı ya da ılımsızı yoktur. İslam İslam’dır. İslam’ın bir rengi yoktur, İslam’ın bir şekli yoktur, İslam Allah’ın kelamıdır ve bu hiçbir şekilde değiştirilemez, modifiye edilemez. Bu nedenle FETÖ’nün Türkiye’de yapmaya çalıştığı eyleme Batı kamuoyu sessiz kaldı. Bunun arkasında Amerika’daki düşünce kuruluşlarının ve Avrupa’daki bazı devletlerin bu konudaki yaptırımlarını çok iyi biliyoruz. Bakanlarımızın Avrupa topraklarına girişinin engellenmesi de bunun en güzel örneklerinden biri. Bu yüzden bu gerçek İslam değildir. Son dönem oluşan bu algı Batı’nın bu şartlatan üzerinden üretmiş olduğu sembolik bir İslam imajıdır. Bu nedenle İslam’ın algısı ile alakalı daha kurumsal bir çalışmanın yapılması gerektiğine inanıyorum.

-Hocam röportajımızı güncel gündemle ilişkilendirmek açısından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönemlerdeki İslami tartışmalara dair çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kastettiği şey İslam’da bir değişim değildir. İslam’ın hükümlerinde, İslam’ın yapısında ve İslam’ın kurallarında bir değişiklikten bahsedilmiyor. Burada Cumhurbaşkanımızın dile getirdiği İslam’ın verdiği mesajın, Allah’ın kitabında bize verilen mesajın doğru okunmasıdır. Ben bunu şöyle yorumluyorum: İslami mesajı toplumsal algı bazında üç ana katmanda inceliyorum. İlk olarak, İslam’ın Romantik Algısı ve Sunumu, ikincisi İslam’ın Sembolik Algısı ve Sunum, üçüncüsü ise İslam’ın Rasyonel Algısı ve Sunumu.

İslam’ın Romantik Algısı ve Sunumu; efsanelerden, hurafelerden, hikâyelerden, üretilen birçok mevzu üzerinden İslam’ın verdiği gerçek mesajın önüne geçilmesidir ki şu an medyada en çok tartıştığımız konulardan biridir. Akla ziyan tartışmalar ve açıklamalar maalesef İslami değerlerimize halk nazarında ciddi zarar vermektedir. Daha dün okuduğum bir haberde gençlerde Deizmin hızla yayılması, dine karşı bakış açısında ki değişim maalesef bu sürecin bir sonucudur. Bunlar; mitleştirilen ve hikâyeleştirilen romantik İslam algısıdır. Bazı kişilere yüklenen inanılmaz atıflardır. Mesela hain 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında ki şahsa yüklenen akıl ve mantık dışı sıfatlar gibi.

İslam’ın Sembolik Algısı ve Sunumu; bazı semboller ve atıflar üzerinden bir algı oluşturma sürecidir. İslam’ın bazı şekiller ve semboller üzerinden aktarılması, aslında bazı kavramları ve şekilleri ön plana çıkarma amaçlıdır. Bunlar bir cemaat veya topluluk içerisindeki sempatizanlar üzerinden iktidarı sağlamlaştırmak ya da ekonomik çıkarlar elde etmek için tasarlanmıştır.

Bu yapılanmalar bazen Kuran’ın insanlığa verdiği mesaj ile çelişmektedir. Hz. Muhammed dahil olmak üzere, tüm peygamberler bir meslek sahibi olup, ellerindeki yetkilere rağmen rızıklarını meslekleri ile kazanmaktadırlar. Peygamberlerin tüm dünya nimetlerini ellerinin tersiyle itip yaşadıkları mütevazı hayatı cemaatlerine hikâyeler ile anlatan dini grup liderlerinin hiçbir meslek icra etmeden şatafatlı hayat yaşamaları sembolik anlayışın maalesef en belirgin örneklerindendir. Benim açımdan sembolik İslam’ın en büyük tehlikesi inanç endüstrisidir. Bakın yeni bir kavramdan bahsediyorum; inanç endüstrisi üzerinden oluşturulan yeni bir endüstri var. Bazı ürünlerin İslam ile ilişkilendirilerek pazarlanması, bunlar üzerinden öte dünyaya ait mesajların verilmesi, bazı cemaatlere mesajların verilmesi, çeşitli dini grup veya cemaatlere ve olmanın öteki dünyada getireceği avantajlar mevcut tehlikelerden bazılarıdır. Maalesef mübarek günlerimizde inanç endüstrisi daha büyük pazar haline dönüşmektedir. Özellikle Ramazan ayında lüks restoranlarda, kuş sütünün eksik olmadığı fiyatları asgari ücrete denk gelen iftar menüleri açlıktan karnına taş bağlayan veya sadece birkaç hurma ile iftarını açan bir peygamberin ümmetine çok uyduğunu düşünmüyorum. İnanç endüstrisinin bu sembolleri üretip hızla emtialaştırdığına şahit oluyoruz. Normal dönemde 20 tl olan bir menünün Ramazan menüsü adı altında 120 tl’ye satılması en rahatsız edici durumlardan biridir. Bununla alakalı Ramazan dönemlerinde gördüğümüz halkta karşılığı olmayan ve Allah’ın armağanı olan Ramazan’a hiç uymayan etkinlikler, guruplar ve bazı tv programlar bu sembolik algıyı ve sunumu daha da güçlendirmektedir.

Son olarak İslam’ın Rasyonalist Algısı ve Sunumu; aslında peygamberimizin bizlere sunduğu ve gösterdiği gerçek İslam’dır. Kuran-ı Kerim’in izinde, Allah’ın kendi kelamının izinde yürütülen, hiçbir oluşuma ve görüşe bağlı kalmadan sadece Allah ile kul arasındaki gerçek İslam algısıdır.

-Hocam son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?

Bu konuda gerek ferdi, gerek içtimai, gerekse devletler bazında yapılması gereken birçok eylem bulunmaktadır. Ancak kısa ve uzun vadeli stratejik planların koordineli bir şekilde yapılmadığı söylenebilir. İslamofobi çalışmalarıyla ilgili uluslararası kamuoyu oluşturulması ve uluslararası işbirliklerine gidilmesi gerekiyor. Bununla birlikte İslam’ın doğru anlatıldığı prodüksiyonlar bu noktada hayati önem taşımaktadır. Ancak tüm bunların ötesinde uzmanlaşmış kadroların görev aldığı uluslararası platformların oluşturulması gerekiyor. Çünkü İslamofobi dediğimiz kavram Huntington’un bahsettiği bir medeniyetler çatışmasına kadar gidebilir. Yeryüzünde üçüncü dünya savaşını tetikleyen bir kavrama dönüşebilir. Bu nedenle yapılması gereken küresel bir eyleme geçilmesi ve bununla ilgili stratejilerin belirlenmesi gerekir. Bu konuda Cumhurbaşkanımızın kişisel gayretleri uluslararası platformlarda desteklenmelidir.

-Değerli paylaşımlarınız için Beyaz Tarih olarak çok teşekkür ederiz.

Rica ederim. Ben teşekkür ederim.
_________